Akut lösemide umut her zaman var!

TEDAVİDE 2 KRİTİK AŞAMA!

Akut lösemide başarılı bir tedavi şansı için en önemli iki nokta, teşhisin ardından hastalığın taşıdığı risk düzeyinin belirlenmesi ve her akut lösemi hastası nakil adayı olduğu için donör araştırmasının başlatılmasıdır.

Yakın dönem öncesine göre lösemi (kan kanseri) artık eskisi kadar korkulacak bir hastalık değil. Tanı ve tedavi yöntemlerindeki yeni gelişmeler, lösemiyle mücadeleyi her geçen gün daha başarılı bir noktaya taşıyor. Bugünkü tıbbi bilgiler dahilinde löseminin tam olarak kesin sebebi bilinmiyor. Ancak ailesel yatkınlık, bazı virüsler, her türlü kimyasal çözücü madde ve radyasyon gibi birtakım risk faktörlerinin etki ettiği düşünülüyor. Farklı tipleri olan bu hastalığın akut tipleri aniden ortaya çıkıp hastalık belirtileri verirken, kronik tipleri ise sıklıkla hastalık belirtisi vermeden tesadüfen saptanıyor.

BU BELİRTİLERE DİKKAT!
Aslında akut lösemide belirli bir yaş aralığı yok, her yaşta karşımıza çıkabilen bir hastalık. Ancak yaş
arttıkça löseminin olasılığı artıyor ve kötü seyretme riski de yükseliyor. En çok ateş şikayetiyle doktora gidildiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hematolojik Onkoloji ve Kemik İliği Nakli Direktörü Prof.
Dr. Zafer Gülbaş, “Akut lösemide hastalar en çok ateş, kol ve bacaklarda geçmeyen morluklar, artan halsizlikle doktora başvuruyor. Bunların yanı sıra; ağrı kesicilerle geçmeyip gece dahi uykudan uyandıran kemik ağrıları, yorgunluk, boğaz ağrısı, öksürük, zatürre ya da vücudun herhangi bir yerinde enfeksiyon görülüyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır” diyor.

TEŞHİSTEN SONRAKİ KRİTİK SÜREÇ
Prof. Dr. Gülbaş, teşhis konduktan sonraki sürecin önemine vurgu yaparak birkaç noktanın altını çiziyor: “Akut lösemi teşhisi konduğu zaman remisyona sokmak için kemoterapi uygulanır ve hastaların %70-80’i bu aşamaya olumlu yanıt verir. Hasta kendini iyi hisseder, şikayetleri gider ancak tedaviyi kesmemek ve pekiştirme tedavisine (ek tedavi) başlamak gerekir. Bu süreç devam ederken mutlaka, hastada tespit ettiğimiz akut löseminin iyi riskli mi yoksa kötü riskli mi olduğuna bakarız. Bunu görebilmemizi sağlayan bazı sitogenetik ve moleküler genetik dediğimiz testler var ve bu testlerle lösemik hücrelerin kromozomları inceleniyor. Örneğin, flt 3 adlı test bunlardan biri. Bu testin sonucu, iyi riskli bir hastada pozitif çıksa nakil olması gerekiyor; çünkü flt 3 pozitifse hastalığın tekrarlama (nüks) durumu söz konusu. Teşhis konduğu andan itibaren HLA doku grubu araştırması yapılmalıdır. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum; çünkü her lösemi hastası aynı zamanda bir nakil adayıdır. Zaman kaybetmemek adına tedavi planında ilk aksiyonlardan biri bu olmalıdır. Hastanın kardeşleri varsa, ilk olarak kardeşlerin doku grubuna bakılır. Eğer kardeş yoksa ya da doku grubu uymazsa hasta için akraba ve akraba dışından donör arayışı başlar. Bu süreç ortalama üçdört ay sürer.”

Akut lösemi teşhisi konduktan sonra ilk olarak iyi riskli mi yoksa kötü riskli mi olduğunun tespit edilmesinin hayati önemini Prof. Dr. Gülbaş’ın sözlerinden anlıyoruz. Ancak bir hayati noktanın daha olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hastadaki akut lösemi iyi ya da kötü riskli mi olduğu tespit edilmeden tedavi edilirse, hasta iyileştiğinde artık geriye dönük olarak o riski belirleme şansımız da ortadan kalkıyor.” Dolayısıyla teşhisin ardından ilgili tüm testlerin yapılması ve riskin belirlenmesi kritik bir öneme sahip. Bazı akut lösemili hastalarda ise hastalık myelodisplazi denilen hastalık sonrası ortaya çıkıyor ya da başka bir hastalık nedeniyle önceden alınan kemoterapi sonrası ortaya çıkıyor. Örneğin, meme kanseri için kemoterapi aldıktan sonra... Bu hastalarda kemik iliği nakli mutlak gerekli.

Kemoterapi sürecinden de bahseden Prof. Dr. Gülbaş’ın verdiği bilgilere göre, remisyon aşamasının ardından eğer kemoterapi ile devam edilecekse buna göre bir tedavi planı yapılıyor. Üç ya da dört kez konsolidasyon tedavisi denilen pekiştirme tedavisi uygulanıyor. Pekiştirme tedavileri sonrası kemik iliği alınarak minimal rezidüel hastalık denen artık hastalığa moleküler testler yada akım sitometri ile bakılıyor ve hastalık varsa yine bu hastalara kemik iliği nakli yapılması gerekiyor. Nakil kararı verilen hastalarda, bir kez pekiştirme tedavisi verilme sonrası nakil süreci başlatılıyor.

 “Bugün doku gruplarındaki ayrıntılı araştırmalar sayesinde her lösemi hastasının ‘en uygun donör’ bulma şansı olduğunu unutmamalıyız.”

YENİ TEDAVİLER: HEDEFE YÖNELİK TEDAVİ VE HÜCRELERİN SAVAŞI
Yeni tedaviler hakkında bilgi aldığımız Prof. Dr. Gülbaş, hedefe yönelik tedavilerin yeni ve klinik çalışmaları süren tedaviler olduğunu söylüyor. Bu ilaçlar normal hücrelere zarar vermeden sadece lösemik hücreleri öldüren ilaçlar olarak tanımlanıyor. Bu konuda en iyi bilinen ve philadelphia pozitif akut lenfoblastik lösemili hastalarda kemoterapiye ek olarak standart kullanılan imatinib etken maddeli ilaç. Yeni olarak flt 3 pozitif hastalarda denenen flt 3 inhibitörü ilaçlar ve monoklonal antikorlar da mevcut. Üzerinde çok tartışılan bir diğer önemli yenilik ise hücre tedavisi ve aşılar… Hücre tedavisi olarak donörlerden elde edilen lenfositler kullanılıyor. Lösemideki ana kanser hücrelerini hedef alan aşılar için de geliştirme çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Ancak bunun için de en az beş yıl bekleyeceğiz gibi görünüyor…

Tedavideki gelişmelerle bugün akut lösemi tiplerinde ortalama %50 tam iyileşme=kür olma şansı var. Ancak bu yüzdenin, iyi riskli akut myeloblastik lösemide %75’lere, akut promyelositik lösemi denilen m3 lösemi tipinde %90’lara kadar çıkabildiğini de hatırlatalım. Bu nedenle lösemide asla umutsuzluğa kapılmadan; teşhis aşamasından hemen sonra risk analizlerini yaptırmak, nakil sürecini başlatmak, artık hastalık testlerini yapma konularına dikkat etmek en önemli başlıklar olarak öne çıkıyor.

  • Her yıl akut lösemide yeni hasta sayısı yüz binde 4-6 hastadır.
  • Rakamlara göre Türkiye’de kardeşten uygun kemik iliği bulma şansı %25’tir.
  • Akut löseminin iyi riskli tiplerinde iyileşme %75’lere, akut promyelositik lösemi dediğimiz m3 lösemi tipinde %90’lara kadar çıkabilmektedir.

DÜN

• Doku grubu araştırmaları iki basamaklı olarak yapılıyordu.
• Risk belirlemesi çoğu merkezde yapılamıyordu.
• Kemoterapi sonrası artık hastalık=minimal rezidüel hastalık bakılamıyordu.
• Akrabalardan uygun donör bulunamadığı zaman çare tükeniyor gibi düşünülüyordu.

BUGÜN

• Doku grubu araştırmaları artık çok detaylı biçimde dört basamaklı yapılıyor ve doğru donör bulunuyor.
• Günümüzde iyi, orta ve kötü riskli hastalar belirlenebiliyor. İyi riskli hastalar kemoterapi, orta ve kötü riskli hastalar kemik iliği nakliyle tedavi ediliyor.
• Kemoterapi sonrası artık hastalık=minimal rezidüel hastalık bakılıyor ve pozitifse kemik iliği nakli planlanıyor.
• Ayrıntılı doku grubu araştırmaları sayesinde akraba dışından da çok uygun donör bulunabiliyor. Akraba dışı donör yoksa doku grubu kısmi uyumlu kardeşten kemik iliği nakli yapılıyor ve bu nakle haploidentik nakil adı veriliyor. Artık her hastanın donörü var
diyebiliyoruz ve her hasta kemik iliği nakli gerekiyorsa olma şansına sahip.

 

Back To Top